Mucize 1. Sezon 3. Bölüm Seçilmişler

 

 1.SEZON 3.BÖLÜM * SEÇİLMİŞLER

Usta Fu'nun Saklandığı Dükkan

  Paris'in sakin bir mahallesinde, mütevazı bir Çin çay dükkanı... Ancak bu dükkan, sadece bir dükkandan ibaret değildir. Arka odada, yüzlerce yıllık bir sorumluluğun yükünü taşıyan Usta Fu, Mucize Kutusu'nun önünde oturmuş, derin düşüncelere dalmıştır. Önünde, geçmişi ve geleceği gösteren bir kase su duruyordur.

Usta Fu: (kendi kendine) "Yıllardır bu anı bekliyordum... Mucizeler tekrar kullanılmalı. Ama doğru kişileri seçmek... En zor karar bu.

Tikki ve Plagg, kutunun üzerinde durmaktadır. Tikki sabırsızca ileri geri uçuşurken, Plagg esneyerek yanına peynir sürülmüş bir ekmek parçası kemiriyordur.

Tikki: "Usta Fu, bizce doğru kişiyi zaten buldun!"

Plagg: (yemeğini bitirirken) "Hah, keşke o kadar kolay olsa. Gençlerin başı hep belaya girer. Emin misin?"

Usta Fu, kaseye birkaç damla çay döker. Suyun yüzeyinde iki genç belirir: Marinette ve Adrien.

Usta Fu: (dikkatle bakarak) "Onlar... Onları uzun zamandır izliyorum. Marinette'in içindeki iyilik saf ve güçlü. Adrien ise... Babasının gölgesinde kaybolsa da içindeki ışık sönmemiş."

Tikki: (mutlu)"O zaman onlara mucizeleri verelim!"

Plagg: (Umursamazca) " Beni eğlendiren birini bulduysan tamam, ver gitsin! Ama o çocuk peynir sevmezse benden iyi şanslar."

Usta Fu: (gülümseyerek) "Umarım onlar doğru seçimler olduğunu kanıtlar... Çünkü büyük bir tehdit yaklaşıyor.

Gabriel Agreste'in Emily'i Sakladığı Yer

 Gabriel, Emily'nin cam kapsülüne bir kez daha baktı. Onu burada, bu şekilde görmek... İçini her defasında aynı acıyla dolduruyordu. Ama artık bir çözümü vardı. Bir planı vardı. Yavaşça arkasını döndü ve Nathalie'ye baktı. "Biliyor musun?" dedi alçak bir sesle. "Bu odayı bulduğumda, buranın Emily için bir mezar olduğunu düşündüm. Ama sonra fark ettim... Bu sadece bir başlangıçtı." 

Nathalie kaşlarını çattı. " Ne demek istiyorsun?"

Gabriel, odanın köşesindeki başka bir tabloya doğru ilerledi. Emily'nin portresinin hemen yanında asılı duran bu tablo, eski ama bir o kadar da gizemliydi. Çerçevenin altına hafifçe dokundu ve küçük bir bölme açıldı. İçinde başka bir şifre paneli vardı.

Nathalie, şaşkınlıkla bir adım yaklaştı "Bu... Daha önce burada yoktu."

Gabriel hafifçe gülümsedi. "Çünkü burayı ben inşa ettim."

Şifreyi girerken, sesi daha da kararlı bir hal aldı. "Bu tapınak... Burada Emily'i koruyorum. Ama başka bir yere de ihtiyacım vardı. Bir savaş alanına. Bir laboratuvara." 

Son rakamı girdikten sonra duvarda bir tıkırtı duyuldu ve ikinci bir asansör açığa çıktı. Gabriel, gözlerinde keskin bir parıltıyla Nathalie'ye döndü.

"İlk asansör Emily'e ait," dedi. "Ama bu... Bu, bana ait."

Nathalie, derin bir nefes aldı. Gabriel'ın aklından geçenleri tam olarak bilmiyordu ama bu fikrin ona ne zaman geldiğini merak ediyordu.

Gabriel, asansöre adım atarken gözleri karanlığa daldı. "Bunu yapmaya karar verdiğimde," diye fısıldadı, "kazanmaktan başka şansım kalmamıştı."

Asansör yavaşça aşağı inmeye başladı ve Gabriel'in inşa ettiği yeni bölgeye doğru ilerlediler.

Gabriel'ın Gizli Sığınağı

Asansör ağır ağır inerken, Nathalie içerinin neye benzeyeceğini hayal etmeye çalışıyordu. Gabriel, her şeyi en ince ayrıntısına kadar  planlayan bir adamdı. Bu yeni yerin de sıradan bir oda olmayacağını biliyordu.

Asansör nihayet durduğunda, kapılar sessizce açıldı. Nathalie istemsizce nefesini tuttu. Karşısında geniş, yüksek tavanlı bir oda vardı. Ama burası Emily'nin odası gibi değildi. Soğuk, gri duvarlarla kaplıydı. Teknolojik paneller, mor ve siyah ışıklarla yanıp sönüyordu. Ortada devasa bir bilgisayar ekranı, yanında ise eski Mucize Kitabı'nın kopyalanmış sayfalarının olduğu bir masa vardı.

Odanın en dikkat çekici kısmıysa, cam bölmenin arkasında parlayan mor kelebeklerdi. Kendi başlarına uçuşuyor, etrafa büyüleyici bir ışık yayıyorlardı. Ama Gabriel'in gözlerinde, bu sadece bir araçtı. Bir güç kaynağı.

"Burası..." diye fısıldadı Nathalie, gözleri hala etrafı tararken.

Gabriel, sığınağın içine girerken elini hafifçe cam bölmenin üzerine koydu. "Burası benim merkezim olacak," dedi. "Planlarımı burada yapacağım, düşmanlarımı burada izleyeceğim. Uğur Böceği ve Kara Kedi'nin her hareketini buradan takip edeceğim."

Nathalie, duvarlara asılmış çizimlere baktı. Çizimlerin bazıları, Mucizelerin nasıl çalıştığıyla ilgiliydi. Diğerlerinde ise Uğur Böceği ve Kara Kedi'nin mucizelerinin getirmiş olacağı dilekle ilgili araştırmalar yer alıyordu. Ama en dikkat çekeni, dev bir tahtaya Gabriel'ın yazdığı kelimelerdi: "Zafer için her şey mübah."

Gabriel, Mucize Kitabı'nın kopyasının sayfalarını çevirerek devam etti. "Yıllar önce Nooroo'nun gücünü keşfettiğimde, onu bir odada saklamanın yetmeyeceğini anlamıştım. Mucizeleri ele geçirmek için daha fazlasına ihtiyacım vardı. Bir plana. Bir stratejiye."

Nathalie gözlerini ona çevirdi. "Ama neden burası? Emily'nin odasından ayrı bir yer yapma fikri... Ne zaman aklına geldi?"

Gabriel yüzünü karanlık bir gülümsemeyle ona döndü. "İlk başarısızlığımda."

Bir an için gözleri uzaklara daldı. "Nooroo'yu bulduğumda, gücünü nasıl kullanacağımı düşündüm. Ama zamanla fark ettim ki, bir mucizeyi elde etmek için sadece güç yetmez. Sabır, planlama ve kontrol gerekir. Eğer Emily'yi geri getireceksem, bunun için mükemmel bir sisteme ihtiyacım vardı. Tek bir oda, tek bir plan yetmezdi. Her ihtimali düşünmeliydim."

Ellerini arkasında birleştirip odada yürümeye başladı. "İlk başta Emily'nin odasını kullanmayı düşündüm. Ama orası... bir laboratuvar değil. Orası, onun huzur içinde uyuduğu bir yer. Orayı bir savaş merkezine çeviremezdim."

Sonra, duvarda bir butona bastı. Aniden dev bir hologram belirdi. Paris'in haritasıydı. Üzerine kırmızı işaretlerle Uğur Böceği ve Kara Kedi'nin savaşacağı yerleri tahmini olarak belirlemişti. Gabriel, parmağını harita üzerinde gezdirerek konuştu.

"Burada düşmanımı izleyebilirim. Nerede olduklarını, nasıl hareket ettiklerini... Uğur Böceği ve Kara Kedi'yi birer satranç taşı gibi takip edebilirim."

Hologramın yanında başka bir ekran belirdi. Bu ekranda, Gabriel'in kendi tasarladığı yeni maskesi ve pelerini vardı. O artık sadece Gabriel Agreste değildi. O artık Hawk Moth olacaktı.

Nathalie, Gabriel'in ne kadar ileri gittiğini fark ettiğinde içini bir ürperti kapladı. "Ya başarısız olursan?" diye sordu alçak bir sesle.

Gabriel, kendinden emin bir şekilde döndü. "Başarısızlık diye bir seçenek yok, Nathalie."

Ardından, hafifçe elini kaldırdı ve masanın üzerinde duran Mor Kelebek Mucizesini avuçladı. Nooroo, titrek bir şekilde ortaya çıktı.

"Efendim..." dedi kısık bir sesle. "Lütfen, Mucizeler iyilik için kullanılmalı..."

Gabriel gözlerini kıstı. "Ben de iyilik yapıyorum, Nooroo. Kendi yöntemlerimle."

Birkaç saniye boyunca odada sadece makinelerin hafif uğultusu duyuldu. Sonra Gabriel, yüzüğünü sıkarak konuştu:

"Artık savaş başlıyor."

Usta Fu'nun Kararı

Paris'in dar sokaklarında, küçük bir çay dükkanı görünümündeki eski bir binanın içinde, Usta Fu meditasyon halindeydi. Göğsü yavaşça inip kalkıyor, zihni ise derin bir sessizliğe gömülüyordu. Ancak bu sessizlik, son günlerde giderek daha da bulanıklaşıyordu. İçindeki huzur, yerini bir huzursuzluğa bırakmıştı. Sanki havada bir gerginlik vardı. Bir şeyler oluyordu... Kötü bir şey.

Gözlerini açtı. Karşısında duran Mucize Kutusu'nun üzerine hafifçe elini koydu. Kutunun ahşap yüzeyi sıcak ve canlı hissettiriyordu, ama bu sıcaklık, içindeki rahatsızlığı yatıştırmaya yetmiyordu. Tam o anda, kollarında minik bir titreme hissetti. Omzunda oturan Wayzz, gözlerini hafifçe kıstı.

"Usta Fu... Yine hissettiniz değil mi?

Fu başını yavaşça salladı. "Evet, Wayzz.. Artık eminim."

Ayağa kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Paris'in ışıkları gözlerinin önünde parlıyordu ama bu şehir artık ona eskisi kadar huzurlu görünmüyordu.

"Denge bozuluyor," diye fısıldadı. "Biri Mucizeleri yanlış yolda kullanmaya hazırlanıyor."

Wayzz, endişeyle başını eğdi. "Ne yapacağız, Usta? Hala çok erken olabilir."

Fu, derin bir nefes aldı. Yüzünde yılların yorgunluğu vardı ama gözleri hala kararlıydı.

"Erken ya da geç... Artık bir seçim yapmalıyım."

Yavaşça arkasını döndü ve Mucize Kutusu'nun kapağını kaldırdı.

"Usta Fu," dedi Tikki, yavaşça uçarak Fu'nun önünde durdu. "Neden tekrardan çağırdınız bizi?"

Plagg, omuzuna konarak huysuzca mırıldandı: " Ne var ki bu kadar önemli? Yine mi bir sorun çıktı?"

Fu, iki mucizeyi dikkatlice izledi. "Evet, Tikki, Plagg. Durum ciddi. Çok ciddi."

Tikki ve Plagg birbirlerine bakarken, Fu'nun sesinde bir şeyin ağır basmaya başladığını hissettiler. Fu, onlara doğru adım attı ve sessizce konuşmaya devam etti.

"Paris'in dengesi sarsılmak üzere. Bir tehlike, beklediğimizden daha yakın. Bunu tam olarak nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Ama bir şey hissediyorum. Karanlık bir güç, Paris'i tehdit ediyor. Her geçen gün biraz daha yaklaşan bir gölge var. Bu, yalnızca bir saldırı değil, bir dönüm noktası. Eğer bu güç doğru şekilde yönlendirilirse, her şey değişebilir."

Plagg, Fu'nun sözlerine kuşkuyla bakarak, "Karanlık güç derken? Ne gibi bir şey bu?" diye sordu.

Fu, uzun bir sessizliğin ardından gözlerini açtı. "Bir şeyler hareket ediyor, ama kim olduğunu henüz bilmiyorum. Ama kesinlikle birileri... yanlış bir şeyler yapıyor. Güçleri kötüye kullanacak biri ortaya çıkacak. Ve zaman hızla tükeniyor."

Tikki ve Plagg birbirlerine bakarken Fu, konuşmaya devam etti. "Siz ikinizin görevi, sahiplerinize yardımcı olmak olacak. Marinette ve Adrien, güçlerini doğru bir şekilde kullanabilmek için hazırlıklı olmalı. Onlara yol göstermelisiniz. Çünkü eğer bu karanlık güç doğru yolda değilse, Paris'i sonsuza kadar değiştirebilir."

Plagg, ciddiyetle, "Onlara ne söylemeliyiz?" diye sordu.

Fu, gözlerinde kararlılıkla, "Onlara her şeyi anlatın, ama dikkatli olun. Onlar her şeyin farkında olmayabilirler. Güçlerinin ne kadar büyük olduğunu anlamalarını sağlayın. Bu sadece bir görev değil; bu, Paris'in kaderi. Birbirlerine güvenmeli ve her hareketlerini dikkatlice hesaplamalılar."

Tikki, biraz daha düşünceli bir şekilde, "Peki, ne zaman harekete geçmeliyiz?"

Fu, son bir kez daha derin bir nefes alıp, "Zamanı geldiğinde... emin olun ki, doğru adımlar atacaklardır. Ama bunu hazırlıklı bir şekilde yapmalısınız. Onlar hazır olduğunda, onlara doğru yolu göstermek size düşecek. Ama unutmayın, karanlık her an daha da yaklaşacak. Şimdi, yapmamız gereken tek şey onları beklemek ve bu planı uygulamak."

Tikki ve Plagg başlarını sallayarak, birer kanat çırpıp kayboldular. Fu, yalnız kaldığında ise bir süre daha sessizce durdu, Paris'in karanlık gölgelerinin üzerlerinde daha da büyüdüğünü hissederek. Bu, kahramanların en büyük sınavı olacaktı.

Bir okul sabahıydı. Marinette, sabahın erken saatlerinde, güneşin odasına süzülen ışıklarıyla uyandı. Dün gece garip bir rüya görmüştü. Ne olduğunu hatırlamıyordu ama rüyanın içinde bir şeyler çok önemli gibiydi. İçinde huzursuz bir his vardı ama ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu. 

Yavaşça yataktan kalkıp pencereye doğru yürüdü. Paris'in sabah ışıkları, şehri aydınlatıyor, dışarıdaki gürültüde normal bir yaşamın izleri vardı. İnsanlar sokaklarda yürürken, araba ve bisikletler caddeyi dolduruyorlardı. Marinette, bir süre dışarıyı izledi, derin bir nefes alıp içinden, "Yeni bir gün... Ama neden böyle hissediyorum?" diye mırıldandı. Çantasını hazırlarken, telefonuna bir göz attı. Birkaç yeni mesaj vardı ama hiçbirini okumadan cebine koydu. Şu anda odaklanması gereken tek şey okula gitmekti. Hızla giyindi, odasını toparladı ve aşağı indi.

Merdivenleri inerken, her adımda biraz daha huzur bulmaya çalışıyordu. Ailesinin varlığı ona her zaman güven vermişti, ama son günlerde içindeki rahatsızlık hiç geçmiyordu.

Salona doğru indiğinde, annesi Sabine, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Babası Tom ise, odanın köşesinde gazeteyi okurken ona gülümsedi.

"Günaydın, Marinette," dedi babası, gülümseyerek.

Marinette bir an duraksadı. Babasının bakışları, ona her zamanki gibi huzur veriyordu, ama içindeki huzursuzluk bir türlü geçmiyordu. "Günaydın, Baba," dedi. "Anne, kahvaltıyı hazırlıyor musun?"

Sabine, başını kaldırarak güldü. "Evet, her zamanki gibi. Senin favori krepin de var! Ama önce, gel ve biraz dinlen, kahvaltıdan sonra okula yetişirsin," dedi, sıcak bir gülümsemeyle.

Marinette yavaşça oturdu ve içindeki huzursuzluğu bir an için unuttu. Ailesiyle geçireceği bu zaman, ona güven veriyordu. Ama yine de bir şeyler eksikti.

"Anne, Baba... Bugün biraz garip hissediyorum," dedi, kahvaltıdan önce. "Huzursuzum, ama ne olduğunu tam anlayamıyorum. Sanki bir şeyler değişiyor, ama ne?"

Tom, gazeteyi kapatıp dikkatlice kızına bakarak, "Bazen herkes böyle hisseder, canım. Belki biraz daha dinlenmeli ya da kafanı dağıtmalısın. Ama her şey yolunda olacak. Huzur içinde kalmalısın."

Sabine de başını sallayarak, "Evet, bazen hisler bizi yanıltabilir. Ama önemli olan, her şeyin bir zamanı olduğudur. Belki de senin zamanın henüz gelmemiştir," dedi, tatlı bir şekilde.

Marinette, annesinin ve babasının sözlerinden biraz olsun rahatlamıştı ama içindeki huzursuzluk hala devam ediyordu. Ailesiyle geçirdiği bu sakin anlar, ona biraz daha güven vermişti ama bir şey eksikti. İçinde hep bir boşluk vardı.

Kahvaltıyı bitirdikten sonra, okula gitmek için hazırlandı. Dışarıya doğru yürürken, ailesinin yanına dönüp bir kez daha baktı. Annesinin ve babasının kendisine güven veren bakışları, ona daha fazla güven verdi. Yine de bir şeylerin farklı olduğunu hissediyordu. İçindeki huzursuzluğu anlamlandırmaya çalışırken, evin güvenli duvarlarının ardında, hayatını değiştirecek olan olayların çok yakında olduğunu bilmiyordu.

Adrien'ın Okula Gitmek İçin Sabırsızlığı

Adrien'ın odasına süzülen güneş ışığı onu uyandırmıştı. Gözlerini açar açmaz içindeki heyecanı hissetti. Bugün de diğer günler gibi okulda geçecekti ama onun için bu, sıradan bir gün değildi. Okula gitmek için can atıyordu. Çünkü okul, onun için özgürlüğün bir parçasıydı. Dışarıda, arkadaşlarıyla geçireceği zaman, derslerin nasıl ilerleyeceği ve Paris'in sokaklarında kaybolma fırsatını kaçırmamak, onun için çok kıymetliydi.

Son zamanlarda, evde daha fazla vakit geçirmek zorunda kalmıştı. Babası Gabriel'in işlerinin yoğunluğu, onun okul dışında hayatını daha da kısıtlamıştı. Ancak okul, her zaman onun kaçışı olmuştu. Sınıfta olmak, yeni şeyler öğrenmek, arkadaşlarıyla vakşt geçirmek ve hatta sadece dışarı çıkabilmek, onun için büyük bir lükstü.

Adrien, odasında okula gitmeye hazırlık yaparken, kapısı hafifçe tıklatıldı. Ardından Nathalie'nin sesi duyuldu. "Adrien, kahvaltı hazır. Aşağı gelmelisin."

Adrien, kapıya doğru yönelip kapıyı açtı. Nathalie'nin her zaman sakin, güven verici tavırlarıyla karşılaştı. Gülümseyerek, "Teşekkürler, Nathalie. Hemen geliyorum," dedi.

Aşağı inip mutfağa geçerken, gözleri biraz da olsa uykulu olsa da içindeki heyecanı bastıramıyordu. Bugün okulda arkadaşlarıyla vakit geçireceği için mutlu hissediyordu.

Kahvaltı masasında otururken, Nathalie bir süre sessizce ona bakıp, "Nasılsın, Adrien?" diye sordu. Adrien, bir an rahatlayarak, "İyiyim, teşekkürler. Bugün okula gitmek için heyecanlıyım," dedi.

Ardından Adrien, bir anda babasını hatırlayıp sormadan edemedi: "Nathalie, babam nerede? Onu sabah göremedim."

Nathalie, sakin bir şekilde cevap verdi. "Baban şu an oldukça meşgul, Adrien. Sabah erkenden bir toplantıya gitmek zorunda kaldı. Ama endişelenme, akşam dönecek."

Adrien'ın içindeki hüzün, yüzüne yansıdı. Gözlerini biraz daha aşağıya indirerek Nathalie'ye cevap verdi.

"Biliyorsun, Nathalie," dedi, sesi hafifçe sarsılarak, "Babamla son zamanlarda o kadar az vakit geçiriyorum ki... Annem gittiğinden beri sanki bambaşka birine dönüştü. Hiçbir şeyle ilgilenmiyor, hep işlerinin peşinde koşuyor. Eskiden sabahları birlikte kahvaltı yapardık, ya da akşamları birlikte vakit geçirirdik. Ama şimdi... " Adrien derin bir nefes aldı, "Şu an bambaşka biri. Soğuk, mesafeli... Çok yalnız hissediyorum."

Nathalie, bir an sessiz kaldı. Adrien'ın söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, ona biraz daha yakınlaşarak, yumuşak bir sesle cevap verdi. "Evet, Gabriel çok değişti. Annen gitmeden önce onunla çok daha yakın bir ilişkisi vardı. Ama sonrasında işler çok yoğunlaştı, belki de kayıplarla başa çıkmak, ona ağır gelmiş olabilir. Onun için zor bir süreçti, Adrien. Ama unutma, sen her zaman onun gözünde çok özelsin. O, seni seviyor. Belki de sadece içinde bulunduğu durumdan dolayı böyle davranıyor."

Adrien, Nathalie'nin sözlerini dinlerken kafasında bir şeylerin yerine oturmaya başladığını hissetti. "Biliyorum... Ama bazen daha çok şey paylaşmak, daha fazla vakit geçirmek istiyorum. Belki de işler biraz yoluna girse, her şey değişir, değil mi?"

Nathalie, gülümseyerek başını salladı. "Evet, belki de... Ama sabırlı olmalısın. O da sana geri dönecek, bir şekilde."

Adrien, içindeki hüzünle birlikte biraz rahatladı. Nathalie'nin söyledikleri, ona bir nebze de olsa moral verdi. Yine de, babasıyla geçirdiği zamanın eksikliği, bir şekilde yüreğini sıkıştırıyordu.

Nathalie, ciddi bir ifadeyle "Adrien, okul vaktin geldi," dedi sesinde kararlılık vardı ama aynı zamanda bir yumuşaklık da vardı. "Bugün seni ben götüreceğim. Hazırlanmanı bekliyorum."

Adrien içinde oluşan hüzünle hafif tebessüm ederek başını salladı. Okulun önündeki kalabalık, her zamanki gibi yoğun ve gürültülüydü. Öğrenciler, sabah dersleri için hazırlıklarını yaparken, Marinette de adımlarını hızlandırarak okul kapısına doğru ilerliyordu. Birden, kalabalığın içinde tanıdık bir ses duyuldu. "Marinette!" 

Marinette, sesin geldiği yöne dönerek Alya'yı fark etti. Alya, elinde telefonunu tutarak hızla ona doğru yaklaşıyordu, gülümsemesi her zamanki gibi parlaktı.

"Günaydın, Marinette! Bugün ne var ne yok?" Alya'nın enerjik sesi, Marinette'in kafasında bir anlığına beliren karamsar düşünceleri yok etti. Hafifçe gülümsedi ve arkadaşını görünce içi biraz olsun rahatladı. "Günaydın, Alya," dedi, "İyi sayılırım, ama biraz yorgunum." Yavaşça, aklındaki düşünceleri bir kenara itmeye çalışarak, " Sana daha sonra her şeyi anlatırım, ama bugün okulda biraz zorlu bir gün geçirebilir gibi hissediyorum." 

Alya, merakla gözlerini ona dikti. "Ne oldu? Bir şey mi var? Sanki biraz farklısın bugün," dedi, gözleri endişeyle parlıyordu.

Marinette, başını sallayarak, "Bir şey yok, gerçekten. Sadece biraz düşündüm, hepsi bu," dedi ve Alya'ya endişelenecek bir şey olmadığını anlatmaya çalıştı.

Alya: "Yine de, her şeyin yolunda olup olmadığını bilmek isterim. Hadi, okuldan sonra birlikte dışarı çıkalım. Bir şeyler yapalım, belki biraz kafa dağıtırız," diye önerdi. Yüzünde sıcak bir gülümseme belirerek.

Marinette, Alya'nın önerisini içtenlikle kabul etti. "Evet, gerçekten güzel olur. Teşekkür ederim, Alya."

Alya, Marinette'in cevabına tebessüm ederken o sırada Adrien ve Nathalie okula varmışlardır. Adrien, arabasından inip okulun kapısına doğru ilerlerken, Nathalie her zamanki gibi sakin ve ciddi bir tavırla onu takip ediyordu. 

Alya gülümsedi ve Marinette'e göz kırptı. "Baksana, Adrien yine en yakışıklı haliyle okulda," dedi. Marinette ise hafifçe utanarak başını eğdi, ama bu sırada Adrien'ın ona doğru bakmasıyla kalbi hızlı çarpmaya başladı. Adrien, Marinette'i fark etti ve ona nazik bir şekilde el salladı. Nathalie ise daha dikkatli bir şekilde çevreyi gözden geçirerek ilerledi, her zamanki gibi soğukkanlı bir tavır sergileyerek.

"Yine dikkat çekici bir şekilde sessiz," diye fısıldadı Alya, Nathalie'nin dikkatli bakışlarını izlerken. "Her zaman dikkatli, hiç bir şey kaçmaz."

Marinette ve Alya, Adrien'ın onlara doğru yaklaşmakta olduğunu görünce, hızla birbirlerine bakarak ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Alya, gülümseyerek biraz daha ileri gidip sesini yükseltti: "Adrien! Bugün çok şık görünüyorsun, okulda yeni bir moda trendi mi başlatacaksın?"

Adrien, Alya'nın sesini duyunca hafifçe gülümsedi ve hızlı adımlarla onların yaına geldi. "Teşekkür ederim Alya, ama her şeyim doğaldır," dedi Adrien, o tanıdık sıcak gülümsemesiyle. Gözleri, bir an için Marinette'in gözlerine takıldı. Marinette, başını hafifçe eğerek utangaçça gülümsedi.

Nathalie ise biraz geride durarak, gözlerini çevredeki kalabalıkta gezdirdi. İçinde bulunduğu durumun ağırlığıyla yüzü biraz sertti. Aklı, okulun düzenine ve güvenliğine dair her zaman yaptığı titiz gözlemlerdeydi. Alya'nın Adrien ile şakalaşması ve Marinette'in utangaç tavırları ona pek de ilginç gelmiyordu.

Marinette, bir an için Nathalie'yi fark etti ve gözlerini yere indirdi. "Günaydın Nathalie," dedi, sesinde biraz çekingenlik vardı.

Nathalie, başını hafifçe sallayarak yanıt verdi. "Günaydın Marinette." Ardından Adrien'e döndü, "Dersin başlamak üzere, Adrien."

Adrien, başını hafifçe eğerek Nathalie'ye doğru yürüdü. "Evet, hemen geliyorum," dedi. Ancak bir an durdu ve yine Marinette'e bakarak, "Bu arada, biraz sonra seni görmek güzel olacak, Marinette," diyerek hızlıca yanlarından ayrıldı.

Marinette, kalbinin hızla çarptığını hissetti. O an, kendini hem heyecanlı hem de biraz garip hissetti. Alya, biraz daha yaklaşıp ona göz kırptı. "Bunu gördün mü? Adrien sana resmen mesaj gönderdi!"

Marinette, başını hafifçe sallayarak, "Bilmiyorum... Belki sadece nazikçe konuştu," dedi, ama aslında kalbinde bir umut vardı. Alya ise gülerek, "Bunu sadece sen söyleyebilirsin, Marinette!" dedi.

Nathalie'nin Adrien'ı uzaktan izlemesi, Marinette'in kafasında başka sorulara yol açtı. Neden bu kadar ciddi görünüyordu? Bir şeyler gizli miydi?

Okulun hemen karşısındaki eski bir çay bahçesinin gölgeli köşesinde, Usta Fu sessizce oturuyordu. Yanında, minik ve bilge Kwami Wayzz havada süzülerek Marinette, Adrien ve Nathalie'yi izliyordu.

Fu, ellerini bastonunun üzerine koymuş, gözlerini kısarak gençleri inceliyordu. Wayzz, efendisinin omzuna konarak alçak bir sesle fısıldadı:

"Usta, Marinette ve Adrien'ın yolları yine kesişti. Kaderin ipleri birbirine dolanıyor gibi görünüyor."

Fu, derin bir nefes aldı ve başını hafifçe salladı. "Evet, Wayzz. Onlar farkında olmasalar da, bu anlar büyük olayların habercisi olabilir."

Wayzz, Nathalie'ye doğru bakarak endişeli bir ses tonuyla konuştu: "Ama Nathalie de orada... Gabriel Agreste'in sağ kolu. Bizi görebilir mi?"

Fu, sakin bir şekilde başını iki yana salladı. "Hayır, şimdilik sadece izliyor. Ama o da sırlar taşıyor. Marinette ve Adrien'ın kaderi bir kez daha sınanacak gibi görünüyor."

Wayzz, hafifçe titreyerek, "Usta, bu kadar beklemek doğru mu? Onlara gerçeği anlatmalı mıyız?" diye sordu.

Fu, uzaklara dalarak, "Henüz zamanı gelmedi," dedi. "Ama yakında... çok yakında, büyük bir karar vermeleri gerekecek."

Marinette ve Adrien'ın neşeli sohbeti devam ederken, Usta Fu sessizce onları izlemeye devam etti. Her an peşlerinde onları takip ediyordu. O sırada gökyüzünde kara bulutlar belirmeye başladı. Fırtına yaklaşıyordu yoksa bu fırtına onların sırlı hayatının bir başlangıcı mı olacaktı...

BÖLÜM SONU

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Efso olmuş ellerinize sağlık🤗🤗🤗🤗👍🏻👍🏻👍🏻👍🏻👍🏻

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUCİZE 1. SEZON 1. BÖLÜM - GÖLGEDEKİ TEHDİT (PART 1)

Mucize 1. Sezon 2. Bölüm - Gölgedeki Tehdit (Part 2)